benim hakkımda etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
benim hakkımda etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ocak 2021 Cumartesi

Durum Bildirimi #6 -duygular, ödevler, izlenenler, okunanlar

  




-bu aralar manyak gibi dinlediğim grup- 

    Neredeyse bütün günü kitap okuyarak geçirdikten sonra içim bir yazma isteğiyle doldu. Aslında başka yerlere yazılacak başka başka şeylerim olsa da ilk burayı tercih ettim. Şu an gördüğüm ekrana yazmanın özlemiyle koşup geldim.

   Şu yazımda bahsettiğim olay sonuca erdi gibi. Bizim açımızdan iyi bir şey oldu sanki ama bilemiyorum.. Bu konuda karmaşık duygular içerisindeyim. Ya da içerisindeydim. Şimdilerde pek bir şey hissetmiyorum. 

  Olayın sonuca ermesiyle yaşama biraz daha tutundum (maalesef deme ihtiyacı duyuyorum sanırım daha atlatamamışım). Bazı durumları, kişileri, olayları olduğu gibi kabul etmeye başladım.. Onun bir dışavurumu da şurada paylaştığım şiirimsiydi zaten. 

  Onun dışında hayatım şu sıralar ödevlerden ibaret, o kadar yoğun bir ödev dönemine girdik ki kendime yarattığım bazı alanlar dışında boş yerim kalmadı. Bir ödevi bitirip diğer ödeve başlıyorum.. Neyse ki biraz azaldı da nefes alacak bir iki günüm oldu. Yarın tekrar aynı rutine dönmek zorundayım ama geçtiğimiz 2 gün biraz dinlendim, üstesinden gelirim gibi hissediyorum. 

  Bu arada ehliyet kursuna yazıldım. Yazılıyı geçtim 84 puanla. Bazı nedenlerden ötürü (para, ödevler, olmayan zaman, pandemi vb.) anca haftaya direksiyon kursuna başlayacağım ama öyle ya da böyle başlamış olacağım. Bu ehliyet meselesi benim için çok önemli, bir an önce almak istiyorum bana dua edin sıkıntı yaşamayayım hemen öğreneyim.

  Ben bu kadar meşgulüm şuyum buyum dedim ama belirttiğim gibi kendime alan yaratmaktan da geri durmadım. 3 dizi izledim. Birincisi ''Tale Of The Nine Tailed''.  Bıraktım, devam etmek istiyorum aslında ama çok da hevesli değilim. İlerde aklıma gelirse devam edebilirim, bakacağız. İkincisi ''The Uncanny Counter''. Güzel dizi devam ediyorum, sonuna kadar izlerim muhtemelen. Sonuncusu da ''Sweet Home''. Eksiğiyle fazlasıyla cidden çok beğendiğim bir dizi oldu. Üzerine çok düşünmediğim için ''eksik'' kısımları gözüme batmadı 1 gecede bitirdim. Unuttuğum yoksa 3 de film izledim. Dersime giren bir hocanın önerdiği ''Altamira Mağarası'', Leonardo DiCaprio'nun müthiş bir performans sergilediği ''Basketball Diaries'', izlemesi biraz keyifli izlenilen karakter biraz kanser edici olan ''The Damned United''.. Şu an fark ettim hepsi biyografik filmlermiş, yüzümü güldürdü hahaha. 

3 tane de kitap bitirdim sanırım. Arrakis'in etkinliğinden kazandığım ''Goethe- Gönül Yakınlıkları'', Daha sadece 1 cildini bitirebildiğim ''Hugo- Sefiller'', Okurken hayran kaldığım ''George Orwell- Hayvan Çiftliği''.

 Hahahaha şimdi bakınca yoğunluğumun sebebi ödevler değil de yaptıklarımmış gibi geldi nasıl sığdırmışım bu kadar şeyi :D. 

 Bu izlediklerimden ve okuduklarımdan da ayrıntılarıyla bahsetmek istiyorum aslında ama bu yazıda arada kaynasınlar istemiyorum, bunlar için ayrı yazı yazmak istiyorum (her böyle dediğimde o yazı yazılmıyor bu yüzden korka korka dedim ama bu sefer böyle olmayacak *inşallah*), o yazılardan birinde görüşürüz.

  Tekrar ortadan kaybolmamak dileğiyle...




 

25 Ağustos 2020 Salı

Durum Bildirimi #5 -kovulmaca, okunanlar, amigurumi


  


   Şu yazımda 2020'ye ''Başıma gelen geldi daha ne kadar kötü şey getirebilirsin ki.'' demiştim.

   BÜYÜK konuşmuşum.

  BAYA BÜYÜK konuşmuşum. Burada bile anlatmak istemediğim -belki olumlu sonuçlanırsa anlatırım- o kadar müşkül bi duruma sokulduk ki erkek kardeşim yüzünden, aklıma geldikçe mideme kramplar girmekte, başıma ağrılar saplanmakta ve gözümden yaşlar dökülmektedir. Bu yüzden sanırım ufak çaplı bir depresyona bile girdim, yeni yeni kendimi toparlıyorum. 

   Anlayacağınız üzere uzun süredir canım ne bir şeyler izlemek istiyordu ne yemek ne okumak ne de yazmak... Ondandır burayı boşlamam. Yoksa (bu konu haricinde) sizlere bahsetmek istediğim pek çok şey oldu. Mesela amigurumi denen oyuncak yapma işine başladım. Başlarda çok beğenmediğim ama fena da değil ya diyebileceğim oyuncaklar ördüm. Bunları yine bir ödev kapsamında oyuncağı olmayan çocuklara dağıttım (Topluma Hizmet dersi için bir şeyler yapmam gerekiyordu da, sanırım 5-6 çocuğun oyuncak sahibi olmasını sağladım *gurur*gurur*). Şimdilerde ise sipariş üzeri oyuncak örmeye başladım. Torunu olan ablaya hediye edeceğim (fotoğraftakiler, uyku arkadaşı) dışında hiçbirini bitiremedim daha ama olsun bütün günüm yeni boşaldı. Biliyorsunuz normalde yazları tüm gün çalıştığım işlerim oluyor. Bu yıl girdiğim fabrikadan (bahsetmek istemediğim konu yüzünden) kovuldum. İlk defa çalıştığım bir yerden kovuldum bu biraz üzücü bir durum ama çok da üzülemedim açıkçası. Bir insan çalıştığı yeri, yaptığı işi, patronunu ancak benim kadar sevemezdi. Zar zor dayanıyordum zaten inceldiği yerden koptu diyebilirim.



   Bunun dışında iş yerinde bol bol kitap okudum. Toplasan 1 saat etmeyen bu aralarda yine başarılı bir okuma gerçekleştirdim bence. Sanırım bir ayda 7-8 tane kitap okumuşum. Bunların içinde Sabahattin Ali'nin ''İçimizdeki Şeytan''ı, Irvin D. Yalom'un ''Bir Psikiyatristin Anıları'' adlı otobiyografisi, James Tiptree, Jr'ın ''Uzaktan Kumandalı Kız''ı ve Michael Ende'nin ''Momo'' adlı çocuk kitabı var. Açıkçası hepsinin yorumunu girmek istiyorum çünkü hepsini çoooook beğendim ama hep bi aksaklık çıktığı için yazamadan kalıyor yorumlar. Belki bu sefer öyle olmaz. Sonuçta bütün gün evdeyim!



   Başka... bir köpek sahiplendik. Cinsi bir şey bir şey Terrier. Beyaz, uzun, kıvırcık tüyleri olan, kahverengi lekeleri bulunan 1 buçuk yaşında aşırı hareketli ve sıkıldığını oflayıp puflayarak belli eden dünyalar tatlısı bir köpek. Şu sıralar hayattan zevk aldığım tek saatler onunla geçirdiğim vakitler. Ve son zamanlarda başıma gelen en güzel (ve sanırım tek güzel) şey de o. Bu yazıyı bitirdikten sonra gidip de biraz seveyim.

   Depresyonda olduğum vakitte Whatsapp hesabımı da sildim. Silinik bir şekilde duruyor öylece. Biraz insanları korkutmuşum (habersiz sildim, ayrıca telefonum da bir süre kapalıydı) ama bu şekilde çok güzel kafa dinledim. Zaten insanlarla konuşmak istemiyordum tam yerinde bir karar oldu. İnstagramı da çok nadir kullanıyorum. Sadece en yakın arkadaşım Tavuk'la iletişim kurmak için. 

   Depresyondan çıkmaya başladığım şu dönemde de uzun süredir yapmak istediğim bir şeyi yaptım. Evde olamasam yine yapamazdım ama hazır işten çıkartılmışken ve başvurduğum yerler daha dönüş yapmamışken bir fırsat dedim belki kabul alırım. Burada bulunan bir psikatri hastanesine gönüllü staj için mail attım. Daha dün attım ama ha bire mailimi kontrol etmekten kendimi alamıyorum. Pandemiden dolayı çok ümitli değilim açıkçası ama bence denemeye değerdi. Evde olduğum bu dönemi iyi bir şekilde doldurmak istiyorum. Verimli geçsin istiyorum bu yüzden bazı eğitimlere de kaydoldum. İçerik yazarlığı, blog yazarlığı ve sunum yapmayla ilgili eğitim veren 3 farklı setifika programına dahil oldum. Önümüzdeki ayın 7'sinde başlayacaklar umarım o zaman hem boş kalırım hem evden para kazanma işine hemen başlarım. Evden para kazanmak adına içerik yazarlığı yapmak için bir siteye de kaydoldum. Kabul alır mıyım emin değilim ama bir ümit işte. 

   Sizlere de diyeyim belki ilginizi çeker. Amigurumi satmaya başlayacağımı üstte söylemiştim. Eğer sizin de sahip olmak istediğiniz bir amigurumi oyuncak varsa bana yorumlardan ya da kopuk.kirmizi@gmail.com adlı mail adresinden ulaşabilirsiniz. İnternette gördüğünüz fiyatlara satmayı asssla düşünmüyorum. Hem yeni başladığım için hem de ''ben olsam o oyuncağa o kadar para vermem ya'' dediğim için. Oyuncakları maaliyetine uygun ve emeğime değer fiyatlardan satacağım. O yüzden fiyat sorarken çekinmenizi kesinlikle istemem. (ben de öğrenci olduğumdan bu konuda biraz vicdanımla hareket edeceğim galiba :D )

    Kardeşimin olayıyla ilgili bir şeyler olup bilgisayardan uzak kalmazsam yazı yazmaya da devam! Kendinize iyi bakın ve bize bol bol dua edin bu zor durumu atlatabilmemiz için. Teşekkür ederim.







21 Haziran 2020 Pazar

En Sevdiğim Kitap, Yorumu: Kürk Mantolu Madonna

   
Şu sıralar final ödevleriyle o kadar meşgulüm ki buraya özel yazı yazmaya fırsatım bir türlü olmuyor maalesef. Yaz boyu kitap etkinliğine katılmak istiyorum ama haftaya kadar bu konu hakkında da yazamayacağım gibi duruyor. Şimdilik ödevlerimi paylaşmaya devam edeceğim. Bu seferki otobiyografi ödevimden bir kesit. Test Dışı Teknikler dersi için hocamız otobiyografimizi yazmamızı bunu yazarken de belli başlı içeriklerden bahsetmemizi istedi. En sevdiğimiz kitap da bunlardan biri. Sizle de paylaşmak istedim. Bundan sonra da muhtemelen şarkı ve film yazıları gelecek. Belki küçük bir deneme (deneme oluyor galiba) yazısı da atabilirim. Keyifle okursunuz umarım. 


Bu kitabı okuyana kadar en sevdiğim kitap Cengiz Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel adlı kitabıydı. Yaklaşık 6 yıl en sevdiğim kitap olan Gün Olur Asra Bedel’i tahtından eden bu kitap beni tam anlamıyla kalbimden vurdu. Bu yıl içinde okuduğum ‘’Kürk Mantolu Madonna’’ gerek yazım dilinin etkileyiciliğiyle gerek hikayenin sürükleyiciliğiyle bana ‘’bu kitabı bu yaşıma kadar ben nasıl okumam!!’’ dedirtti.  Belki hikaye biraz tanıdık ve öngörülebilir olsa da yazarın üslubu bunu çok iyi bir şekilde örtmüştü. Çok fazla cümlenin altını çizdim. Kitabı bu denli sevmemin nedeni de yine bu cümlelerden biri: ‘’Arada fark vardı: Hayatın bundan ibaret olduğunu zannettiren bilgisizliğimin yerini şimdi, dünyada başka türlü de yaşanabileceğini bir kere öğrenmiş olmanın azabı tutuyordu.’’ Ben önemli bir şeyi kaybetmenin değil o şeysiz de yaşanabileceğinin farkına varıldığı anın daha ızdırap verici olduğunu düşünüyorum. Böyle bir cümleyi okumayı beklemiyordum, bu cümle kendimi kitaba yakın hissetmemi sağladı. Ve bütün diğer unsurların yanına eklenince kitap ‘’en sevdiğim’’ sıfatını aldı. 

   Kitap oldukça popüler olduğu için konusundan uzun uzadıya bahsetmeyeceğim, sadece kürk manto giymiş bir kadın portresine aşık olan adamı ve onun iç dünyasını okuyoruz demekle yetineceğim. Kesinlikle okunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum, şimdiye kadar okumadıysanız eliniz titremeden sepete ekleyebilirsiniz!*

  Art arda alıntı vermesini sevmiyorum (genelde paragraf aralarına yazarım alıntıları) ama bu kitaptan birkaç alıntı bırakmadan da yazıyı sonlandırmak istemiyorum, buyurunuz: 

Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan kolaydır.*

Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?*

...Karşındakinin her kanaatini doğru bulup benimsemek için vesile aramak da bir nevi ruh yakınlığı alameti değil miydi?*
 

*sonradan eklenmiştir.

24 Aralık 2019 Salı

DURUM BİLDİRİMİ #4



Yurdun karşısındaki cafede oturuyor ve hayatımda ilk kez denediğim bir içeceği içiyorum.
Orman meyveli ''frozen''mış ismi. Beğendim mi? Çok değil. Bana küçükken okuldan sonra hevesle yediğimiz meybuzları hatırlattı. Ben limonlusunu severdim. Bu içeceğin de limonlusunu istemiştim ama kalmamış.

Arka planda bilmediğim bir şarkı çalıyor. En azından ismini bilmiyorum, ses çok tanıdık. Galiba Bllie Eillish.

Buraya ödev yapmaya geldim. Yurttaki odamdan çok sıkılmıştım. Hiçbir şey yapasım gelmiyor o odada. Belki yatak olduğu içindir. Yatak olan hiçbir yerde hiçbir şey yapamıyorum.


Ödevimde bayağı ilerledim. Ama arkadaşlarım benden farklı yaptığı için bazı eklemeler yapmak zorunda kaldım. Eklemeler yapınca tabloda bişiler kaydı. Bütün ekleri hallettikten sonra başa dönmem gerekecek. Bu biraz sıktı canımı..

Sınavlarım yaklaştı. 10 gün falan kaldı herhalde. Notlarım şuanda epeyce iyi. Ortalamamın düşmesini istemiyorum o yüzden şu ödevi bitirir bitirmez sınavlara dört elle sarılmaya başlayacağım.

Sol elimde bi' titreme var, inşallah önemli bir şey değildir..

Bu hafta içinde 3- 4 tane film izledim. Bu haftadan sonra izleyemeyeceğim gibi duruyor. Bu beni biraz üzdü. Sınavlardan dolayı hızım kesilecek.

Kitabımı -Budala- da hemen bitirmem lazım, sınavlar yüzünden araya çok süre girecek yoksa.  Dizi -Merlin- izlediğim için baya savsaklamıştım.
























18 Aralık 2019 Çarşamba

2020'ye Girerken





Hala çok kötüyüm.
Ailemle ilgili hiçbir şey yolunda gitmiyor. Dün yine ağladım..

Bazı bloggerlar 2020 hedefleri yazmaya başlamış bile. Durup düşündüm ben de hedeflerim ne olabilir acaba diye. Plan yapmak ya da bunlarla ilgili ümitlere kapılmak istemiyorum ama aklımdan şöyle bir geçti işte.

2020'deki ilk hedefim yaşayabilmek.  Boğuluyormuş hissinden kurtulabilmek.
Kitap okumayı zaten çok sevdiğimi biliyorsunuz eğer beni biraz takip etmişseniz. Yoğunluktan ötürü asla kitap okumadığım bir dönem içine girmiştim. Düşünmekten boğuluyorum dediğim bir an Tavuk ''Kitap mı okusan?'' dedi. Dediği şeyi çok mantıklı buldum, kitap okumaya geri döndüm. En çok düşünmeye meyilli olduğum anlarda alıyorum kitabımı elime kendi dertlerimi değil başkasının derdini okuyorum ve zihnimi kötü birçok düşünceden uzaklaştırıyorum.

Bu kararı verdiğimden beri 4 kitap okudum:

1- Kürk Mantolu Madonna- Sabahattin Ali

   Şu yaşıma kadar gerçekten nasıl okumam bu kitabı anlam veremedim cidden. Çok sevdim.. İnsan ve hayat üzerine yaptığı tahlilleri çok beğendim.  Bir sürü cümlenin altını çizdim. Buraya da birkaçını bırakmak isterim.

<<Böyle kimseleri gördüğümüz zaman çok kere kendi kendimize sorarız:''Acaba bunlar neden yaşıyorlar? Yaşamakta ne buluyorlar..''>>

<<Hiç de fena insanlar değillerdi. Yalnız boş, bomboş mahluklardı.>>

<<Arada bir fark vardı:Hayatın bundan ibaret olduğunu zannettiren bilgisizliğimin yerini şimdi, dünyada başka türlü de yaşanabileceğini bir kere öğrenmiş olmanın azabı tutuyordu.>>

2- Vatan Sağolsun- Aziz Nesin

İçinde birbirinden güzel hikayeler vardı fakat benim en sevdiğim kendi hayat hikayesine kısacık değindiği ''Benim Hikayem'' oldu. Kitabı İstanbul'a giderken bitirdiğim için orada bıraktım o yüzden alıntı bırakamıyorum.

3- Küçük Harfli Mutluluklar- Haldun Taner

Çok sevdiğim bir kitap olmadı açıkçası. İçerisinde 9 hikaye var ben bunlardan sadece 2 tanesini çok beğendim. Biri ''İstediği Şarkıyı Dinleyebilmek'' diğeri ''İznikli Leylek''.

İstediği Bir Şarkıyı Dinleyebilmek hikayesini gerçekten okuyun. Bana çok manidar ve hoş geldi.

<<Ama ne oldu sana, sökmedi tabii.Sökmez de zaten. Harp, eninde sonunda istediği şarkıyı dinlemek isteyenlerin zaferiyle neticelendi.>>

4- Sol Ayağım- Christy Brown

Etkileyici bir kitaptı kesinlikle. Yazar o kadar güzel anlatmış ki kendini ve ruh halini,onunla beraber aynı şeyleri sen de yaşıyor ve hissediyorsun . Bir ara çok popülerdi, bana şimdi okumak nasip oldu.

<<Sol ayağım, bulunduğum hapishanenin kapısının tek  anahtarıydı.>>

<<Bana baktı.''Korkuyorsun ve sen de bunu biliyorsun,'' dedi. ''Çok korkuyorsun ama bunu kendine bile itiraf edemeyecek kadar inatçısın. Bu iyi bir şey.'' dedi.

   Şimdi de Dostoyevski'den ''Budala''yı okuyorum. Sanırım bu Dostoyevski'nin okuduğum ilk kitabı. Aşırı aşırı beğendiğimi söyleyemeyeceğim ama daha kitabın yarısına bile gelmedim. Aşırı aşırı beğenmedim belki ama altını çizdiğim, değerli gördüğüm bir dolu cümleyle karşılaştım. Tavuk sonunda şok olacağımı söyledi. Güveniyorum ona.

Kitaplardan sonra beni meşgul eden yegane şey ödevlerim. Onlar da neredeyse bitti. Hatta neredeyse değil direkt bitti. Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce üzerinde 3 gün çalıştığım ödevin son noktasını koydum. Yarın teslim edeceğim. Son bir ödevim kadı. Başlasam devamı gelir ama başlamak bile bir eziyet gibi geliyor şuan. Ama el mahkum.. yarın oturacağım başına.

2020'ye girerken ben böyleyim işte. Oyalıyorum kendimi. Kötü düşüncelere kapılmamak için. Faydalı mı? Çok değil. Sinir krizi geçirmeme engel olmuyor ama en azından yeni okumalar yapmış, yeni yazarlarla tanışmış yeni şeyler öğrenmiş oluyorum. 2020'ye de  diyorum ki:

Başıma gelen geldi daha ne kadar kötü şey getirebilirsin ki. Hoş geliyorsun..



5 Aralık 2019 Perşembe

Biraz beyaz sonra siyah





  Güzel haber!! Son yazdığım posttaki depresifliğim geçtiiii *yeeeey*

  Ama tabii ki hayat -olmazsa olmaz dedi ve- onun yerine yeni sorunlar, yeni endişeler, yeni ihtiyaçlar ve yeni bilmem kaç tane şey daha getirdi. Lakin artık daha az (hatta hiç) depresif olduğumdan dolayı hiçbirine ''yeter artık, bir gidin başımdan'' demiyorum.

  Anlatmaya baştan başlayayım..

  Yaz o kadaaar yoğun geçti ki benim için hem bir şeylere telaş etmeye vaktim olmadı hem ağlamaya zırlamaya. Çünkü çok çalışıyordum. Gerçekten. Kelimenin tam anlamıyla ÇOK. Bunun nedeni elbette ki çalıştığım yerin yoğun bir dönemde olmasıydı. Bir de benim ''Yazın çalışayım kışın sefasını sürerim.'' deyip bütün mesailere kalmam.

  Bu kadar çalışmama rağmen güzel de bir yaz oldu benim için. Hem kışın sefa sürebilecek kadar para biriktirdim (gerçi şu sıralar çok sefa sürebileceğim gibi durmuyor, klasik plan bozulma muhabbetleri.. Buna da alıştım..) hem arkadaşlarımla işten sonra bool bool (özellikle Tavukla -ondan daha önce bahsetmiş olmam gerekiyor ama muhtemelen farklı bir isimle bahsettim, en yakın arkadaşım-) buluştum hem de benim için önemli olabilecek biriyle tanıştım. Durum tanışmaktan ibaret ama olsun artık, elimizden gelen bu.

  Okul başlayalı da 1 ayı
.
.
.

 Yukarıdakileri yazalı 2 ayı geçmiş..

Ne kadar mutlu olduğumu anlatamadan yine buraya mutsuzluğumu ifade etmek için geldim.

Isınamıyorum..
İnsanlara.. bakışlara.. duruşlara..
En çok da kendime ısınamıyorum. İçimdeki çukuru dolduruyorum sonra yeniden açıyorum..
Tam her şey yolunda gidiyor derken kendimi yine uçurumun kenarında buluyorum.
Hem hiçbir derdim yokmuş gibi hem de en büyük dertler bendeymiş gibi hissediyorum..

Isınamıyorum..
Yaşamaya ısınamıyorum.. Gün içinde defalarca ''bitse de gitsek'' diyorum.
Defalarca ''hayal kurma'', ''plan yapma'', ''düşünme'' diyorum ama olmuyor. Günün sonunda hayal kurmuş, plan yapmış, düşünmüş oluyorum. Sonra bunların teker teker yıkılışını izliyorum.

Ağlayasım geliyor ama ona bile mecalim yok. Öylece durmak, durmak ve durmak istiyorum. Bütün insanlardan kaçmak, yok olmak.. sadece kendime değil onlara da zarar vermek istiyorum.

Korkuyorum. Hayatta en çok istediğim 1. şeyin yok oluşunu izlerken 2. şeyin de avucumun içinden kayıp gitmesinden korkuyorum..

11 Mayıs 2019 Cumartesi

ÇUKUR





      Hayatımın en depresif günlerini yaşıyorum. 

      Nedeni ne bölümüm ne sınavlarım. 

   Okulla ilgili memnun sayılmam ama iyi bir öğrenciyim bile diyebilirim. Çok çalışmıyorum açıkçası. Açıkçası hiç çalışmıyorum. Derslerde genelikle uyuyorum. Not almıyorum. Şu sıralar kitap da okumuyorum. Eskisi kadar film ve dizi de izlemiyorum. Dün gece kafam dağılsın diye önceden başlayıp bir süre ara verdiğim Kill It'i bitirdim. Aynı sebebe ek olarak uyanık kalmak için de Black Swan'ı izledim sabah.  Bir de Youtube'da ne kadar boş video varsa onları.

    Uyanık kalmam gerektiğini hissediyorum. Uyuduğumda çalan telefonun sesini duyamıyorum. Şu günlerde gelen her aramayı karşılamam lazım. Özellikle kız kardeşiminkileri. Tek bir aramasını kaçırırsam oluşacak sorunları engelleyememekten korkuyorum.

    Eskişehir'e geldiğimden beri beni en zorlayan şey ailemden uzak kalmak oldu. Ne şehre alışmak ne okula alışmak ne de tek başına hayatta kalmaya çalışmak zordu. Ailemden uzak kalmak da duygusal anlamda ''özlüyorum, onlarsız yapamıyorum'' şeklinde değil. Hiç özlem çekmiyorum. Ailemden uzak olmak bi' yerde bana da onlara da iyi gelecek diye düşünüyorum. Ama sürekli aklım onlarda. Özellikle kız ve erkek kardeşimin ilişkisi konusunda. Oradayken hava yastığı görevi görüyordum, buraya gelince o hava yastığı kayboldu. 

    Telefon ne zaman çalsa korkar oldum bir ''şey'' mi oldu diye. Ne zaman kardeşlerimden biri ''Abla'' diye mesaj atsa kalbim sıkışır oldu. Kendi hayatımda fazla ''duygusuz'' ailemle olan hayatımda fazla ''tepkili'' oldum. Özellikle son olanlardan beri beni ben yapan enerjim kayboldu. İnsanlara gülemez, yemek yiyemez oldum. Sahurda ya da iftarda fark etmiyor. İştahım kesildi. 

   İlk defa değil belki ama hayatımda ilk kez bu kadar derin bir çukura düşmüş hissediyorum. Çukurun açılmasına sebep olanlar belli ama artık kendimde o kadar içselleştirmişim ki bu konuyu çukuru büyüten ben oluyorum. İnsanların basit olayları karmaşıklaştırmalarından nefret eden biri olarak o nefret ettiğim durumu kendime yaşatıyorum. 

     Artık hiçbir şeye üzülmüyorum. İçimde sadece öfke ve korku var. Bir de beni ince ince kemiren ne yapacağını bilememe hissi. 

    

7 Kasım 2018 Çarşamba

OLANLAR VE OLAMAYANLAR HAKKINDA





         Üniversiteye başlamadan önce hayallerim vardı. Yaz tatilinde kazandığım parayla kendime bir dizüstü bilgisayar alacaktım, bloggerda hiç olmadığım kadar aktif olup bloğumu bir güzel adam edecektim ama maddi durumumuz buna izin vermedi.. Çok mutsuzum bu konuda, hem de baya.. 

Bu yıl hiçbir planım istediğim gibi sonuçlanmadı zaten, bu yüzden yeni bir karar aldım mesela: Uzun ya da kısa vadeli hiçbir plan yapma hayatında!!

Tabii insan ister istemez plan yapıyor ama bunu minimuma indirmeye çalışıyorum ben, öncelikle uzun vadeli planlar yapmıyorum, mesela üniversiteden mezun olunca ne yapmayı planlıyorsun sorusuna şöyle cevap veriyorum ''aklımda bir taslak var ama o zamana bir gelmem lazım'' çünkü bu yaz birçok hayal kırıklığı yaşadım planlar konusunda. 

Ayrıca blogger olup, bol bol boş zamana sahip olup bir bilgisayarının olmaması çok kötüymüş insanın. Vizelere kadar (bu hafta perşembe başlıyor benim için) okulun ya da derslerin beni zorlayan hiçbir tarafı yoktu ama yazmak için bir bilgisayarım da yoktu, içimde çok şey birikti size anlatmak istediğim. 

Mesela işaret dili kursuna yazıldığımı size o gün haber vermek isterdim, hayatımda öğrenmeyi en çok istediğim şeylerden biri için adım attığımı, sevincimi sizinle o gün paylaşmak isterdim. Ya da kara kalem kursuna yazıldığımı, resim çizmeye, kitap okumaya yeniden başladığımı söylemeyi; okuduğum kitapları, dinlediğim grupları/dinlemeye yeni başladığım grupları, Eskişehir'in yollarının benim için ne kadar kısa olduğunu size anlatmayı..

Sizlerin yazdıklarını günü gününe okumayı, yorum yapmayı, etkinliklere katılmayı, mimleri takip etmeyi çok özledim. Telefonum da iyice hasta adam moduna girdiği için bu tarz işleri bile yapamıyorum, isteklerim konusunda çok sıkıntı çekiyorum.

Üniversitede yapmak istediğim çok şey vardı. Artık kendi başıma olacağım için, kendi paramı kendim yöneteceğim için bol bol kitap alacaktım çünkü ''çok kitap alıyorsun, alma.'' diyecek annem benden kilometrelerce uzakta olacaktı ama üniversiteye başladığım 1 buçuk ay içinde alabildiğim -roman türünde- tek kitap John Steinbeck'in ''Fareler Ve İnsanlar''ı oldu, şuanlık yanımda getirdiğim kitaplarla idare ediyorum. 

Sonra bol bol film izleyecektim. Yurdun interneti o kadar kötü ki  kanser olmadan assssla bir diziyi-filmi bitiremiyorsunuz. Sonracığıma bilgisayarım olmadığı için telefondan -ki benimki iyice ölüyorken- izlemek.. Daha dün telefon siteyi kapatıp durduğu için bir filmi yarıda bırakmak zorunda kaldım, inanın içim yanıyor.

Telefonumda yer sıkıntısı olduğu için müzik dinlemek de çok zor, telefonuma şarkı indiremiyorum bu yüzden internetten açmam gerekiyor ki internetim de çok yavaş, hayat bana karşı arkadaşlar... Bir mp3 almak istiyordum ama bu parasal imkanlarla bu isteği biraz daha ileri bir tarihe itelemem gerekecek. 

Üni'nin ilk ayı parasal konularda boğulduğum bir ay olunca paramı temkinli harcamaya başladım, kitap alamamamın en büyük nedeni de buydu zaten. Eskişehir'e resmen hiçbir şeyim olmadan geldim bunların harcaması + hocaların aldırdıkları beni maddi olarak batırdı . Daha ilk aylar olduğu için normal olduğunu biliyorum ama hocaların alın dediği alamadığım daha bir sürü kitabı, dergisi olunca kendi istediklerimi almayı sürekli ertelemek zorunda kalıyorum bu da beni oldukça üzüyor. KYK'dan burs/kredi almaya başlayınca rahatlarım muhtemelen ama o gün gelene kadar sıkmam lazım dişimi.

Bölümümle ilgili bir sıkıntım yok, arada bu bölümü bile isteye gelenlerle konuşunca ''ne işim var benim burada'' demiyor değilim ama. 
Öğretmen olmak istemiyorum fakat ısrarla eğitim dersleri alıyorum haliyle derslerde biraz sıkılıyorum ve çok aktif olamıyorum ama gün geçtikçe alışırım herhalde sonuçta pişman değilim. Hatta psikolojiye giriş dersini epey benimsedim ve hocasını tanıdığıma oldukça memnunum bana çok şey katacak gibi hissediyorum.

Şuan yurt arkadaşlarımdan birinin notebookundan yazıyorum, internete bağlanamadığı için çıkarmamış 1 ay boyunca, bi' gün lazım olunca getirdi baksanıza diye, hallettik. Onun kullanmadığı vakitlerde kullanabilirim notebook'unu, bu benim için güzel haber. Ara ara da olsa bloğa yazma fırsatı yakalayabileceğim yani. 

Şu saatte -04.48- aklıma gelenler bu kadar. Zaten yatmam da gerek, şu vize haftasında ders çalışacağım diye uyku düzenim at üst oldu, sınavlar başlamadan normal duruma sokmam lazım ki sınav esnasında uyuya kalmayayım. 

Kendinize iyi bakın.


7 Ağustos 2018 Salı

DÜNYANIN EN ZOR İŞİ TERCİH YAPMAKMIŞ



Geçenlerde tercih listesi hazırlamak için 3 saat PC başında durdum. Hazırlayabildim mi? HAYIR.

Kararsız bir insan kesinlikle değilim, hatta aldığım kararları hızlı ve net bir şekilde almayı severim ama bu üniversite işi gözümde o kadar büyümüş olacak ki yazacağım üniversite hakkında en küçük eleştiri ''acaba yazmasam mı?'' şekline bürünüyor.

O 3 saat içinde ne yaptınız derseniz, 3 tane üniversite yazdım. Bunlar da gelmeyeceğinden emin olduğum hukuklar. 

 1- 19 Mayıs Üni. (Samsun)
2- Necmettin Erbakan Üni. (Konya)
3 Atatürk Üni. (Erzurum)

Altına psikoloji yazacağım, bunun için okulları araştırmaya başladığımda sonucun hüsran olacağını bilmiyordum açıkçası. Aklımda 3-5 tane sıralamama yakın üniversite yazmak vardı ama okulları araştırmaya başlayınca bunu hocalara bırakma kararı aldım. Zaten hocalarla yapacaktım nihai tercih listesini ama müdür yardımcılarından biri kendine bir tercih listesi hazırla biz burada düzeltmeleri yapalım vs. deyince kalkıştım zaten bu işe. 
,

Neyse, sonuç olarak psikoloji için herhangi bir okula yazamadım :( Var mı öneriniz?

Sıra geldi PDR. Muhtemelen gelecek olan bölüm PDR olacağından gerçekten okulları ince eleyip sık dokudum desem ve bu yüzden de hiçbir yer yazamadım desem :D 

Aklımda sadece 2 okul var PDR için. Biri Giresun üni. diğeri Kastamonu üni. 

Neden diye sorarsanız eğer, en yakın arkadaşımın yakın arkadaşlarından biri orada okuyor (PDR) onunla biraz konuştum ve önerebileceğini söyledi, Giresun hakkında bazı şeyleri göze alabilirsem :D 
Kastamonu da yine bu arkadaşımın ablasının okuduğu (İktisat)  üni. ve baya övdü :D

Bunlar dışında yine aklımda hiçbir yer yok :D

Gördüğünüz gibi il sınırlamam yok. Bu yüzden sizden okul konusunda öneri bekliyorum. 60kdayım. Uzmanlar geçen senenin 40ksına denk geldiğini söylüyor. 

Şu zamanı bir atlatsak da kurtulsak yav. Bir de benim gibi tercih derdiyle uğraşanlara Allah sabır versin. Hepimize kolay gelsin.


11 Mayıs 2016 Çarşamba

HİKAYEMSİ ŞEY: YAĞMURLA GİDEN



Merhabalaaar, bugün yeni bir hikayemsi şeyle geldim size. Aslında çok kısa ama paylaşmak istedim. Şimdiden okuduğunuz için teşekkürler!!

NOT: İsim için çok çok teşekkürler Deep!!


Geri  dönmeyecek..
Geri dönmeyeceğini biliyorum.
Zaten nasıl geri dönebilir ki ölen biri?
Döneceğini düşünmek sadece çocukların yapacağı bir eylem..

Sonbahardı. Hangi ay, gün ya da saat hatırlamıyorum. Sadece 3 yıl önce bir sonbahar..
Tarih konusunda balık hafızalıyım fakat o gün olan olayların hepsini hatırlıyorum. Tarih dışında kalan bütün ayrıntıları.

Yağmur ha yağacak ha yağmayacak denilen günlerden, serin bir esinti vardı havada. Yüzlerimiz yine de gülüyor, biz yağmuru ve soğuk havayı severdik çünkü. Onun üzerinde kırmızı bir kazak var. Bunu hatırlıyorum çünkü doğum gününde annem almıştı , rengi sevmediği kadar parlaktı fakat sırf annem aldı diye giyiyordu. Bu dolabındaki tek kırmızı parlak kazağıydı. Altında kot pantolonu. Kot dışında pantolon giymezdi. Düğün gibi özel günlerde bile takım elbise giydiğini görmedim. Takım elbisesi giydiği tek gün kendi düğünüydü. 

Annemi almak için memlekete gidiyorduk. Annemin memleketine. Dayım hastalandığı için 10 günlüğüne orada kalmıştı. 10 gün sonra, hatırlayamadığım bir sonbahar gününde, yağmur ha yağacak ha yağmayacak derken ve hava eserken biz annemi almaya gidiyorduk. Üzerinde kırmızı parlak bir kazak ve kot pantolon vardı. Kabanını arka koltuğa koymuştu.

Radyoda onun sevdiği türkü çalıyordu. Yeşil ördek. Nasıl denk gelmişti ki..

Yarım saat sonra başladı yağmur. İddiayı babam kazanmıştı ve yağmur yağmıştı. Yağmur yağmayacak diyen bendim. İnatlaşmıştık, annemi aldıktan sonra onları yemeğe götüreceğimi söyledim.

Nasıl oldu bitti anlamadım, hayır…
Nasıl olduğunu gayet iyi hatırlıyorum, önümüze bir geyik çıkmıştı. Babam çarpmamak için sağa kırdı direksiyonu. Bana sıkı tutun diye bağırdı ama kendisi sıkı tutunmamıştı. Ön camdan fırladı. Kemerini takmamıştı, yola çıkmadan önce o kadar dil dökmeme rağmen. Her yolculuğun başlangıcı böyleydi. Hiç kaza yapmamasıyla böbürleniyor, takmazsa da bir şey olmayacağını savunuyordu. Nasıl olmaz? Olmuştu işte. Arabanın 1 metre ilerisinde hareketsiz  yatıyordu.

Ağlamadım, bağırdım ama. Sesim kısılana kadar bağırdım. Canım çıkana kadar bağırdım. 20 dakika sonra başka arabalar gelmişti. Ambulanslar ve polisler. Ben çağırmıştım onları. Zor bela cebimden çıkardığım telefonum ile.

Önce babamı götürdüler, bir hastanenin bodrumuna. Soğuk ve diğer ölülerin olduğu yere. Sonra beni. Ama ben soğuk bir odaya kapatılmayacak kadar sıcaktım. Hayatta olduğuma karar verdiler, ama ben ölmüştüm. Babamı yerde hareketsiz olarak 20 dakika boyunca izleyince ölmüştüm. 1 hafta 4 gün beyaz bir odada kaldım. Hemşireler, doktorlar girip çıktı bu süre zarfında. Korkmadım ya da ağlamadım. Ama ben, babamı artık parlamayan kırmızı kazağı ve kot pantolonuyla, arabanın 1 metre ilerisinde hareketsiz yatarken 20 dakika izleyince ölmüştüm.

12 Nisan 2016 Salı

DURUM BİLDİRİMİ #3



Bloga yazı girmek vakti geldi diye düşündüm bugün.
Bugün okula gitmedim. Sabah gözlerimi dahi açamadım. Bir ağırlık vardı üzerimde. Hazır gitmemişken de artık vakit geldi diye düşündüm. Çok şükür sınavlar bitti. Ben de bittim.
Maalesef ki sınavlar yüzünden buraya vakit ayıramıyordum.

Neyse, sınav haftası ne kadar yoğun geçse de kitap okumadan duramadım tabii. Arkadaşlarım ''Sen nasıl sınav haftası 2 kitap bitirdin -şaşırma ifade simgesi- '' dedi. Canlarım sizin 2 saatiniz yollarda geçmiyor. Bu 2 saatleri boş bırakmamak için de kitap okuyorum ben. Tabi dizilerimden feragat ettim. DOTS'a kaldığım yerden devam ediyorum ama hala yetişemedim. Moorim School'u sınavlardan önce son 2 bölümde bırakmıştım -sırf Hongbin oğlumu ağlatıyorlar diye, belki bu yazıyı yazdıktan sonra izlemeye giderim, son bölümden biraz spo aldım, çocuğum gülüyormuş :')-

3 kitap daha aldım, sınav haftasına girmeden 1-2 gün önce. Onların 2'si bitti, 1'ini şuan okuyorum -SEN NE GÜZEL BİR KİTAPSIN MARSLI ❤︎❤︎❤︎- 
Aslında kitapları alır almaz yazısını yazacaktım fakat bir türlü bilgisayar başına geçmek için vakit ayıramadım. Kitap Hırsızı'nın yorumunu giremiyorum çünkü kitap arkadaşımda. O kitabı okuyup verene kadar da kitapların yorumunu giremeyeceğim gibi görünüyor çünkü okuma sırasıyla yazmak istiyorum. Eğer Duygu'yu yazayım sonra Kitap Hırsızını yazarım dersem de bu sefer Kitap Hırsızını yazamayabilirim. Eğer sırayı bozarsam öyle devam eder -bu ne biçim huy!!- bu yüzden başladığım gibi devam ettirmek istiyorum.

GOT7 bahsettiğim CB'i çoktaaaan yaptı. Buyurun bu da MV.


Demiştim ben size JYP ters köşe yapacak diye.  MV'ni taeserla hiç bir ilgisi yok.

Onların ardından da DAY6 cb yaptı. Jun'suz ilk cb.. 
Jun'un yokluğunu öyle bir hissettim ki albümde. Kardeşlerinin yanında sesini duymamak içimi sızlattı. Neyse, tekrar girmek istemiyorum bu konuya. Şarkı tabii ki MÜ-KEM-MEL!!
Debut şarkıları olan  Congratulations'la hiç bir ilgisi yok ve aynı mükemmellikte. Ben bu çocuklara nugu (çaylak) diyemiyorum. Dilim varmıyor. Albüm hele.. ya ben nasıl anlatırım bu albümü. Siz dinleyin iyisi mi.
 Buyurun bu da geri dönüş şarkıları LETTING GO;


Bende bu kadar. Aslında NCT'den de bahsedecektim de odamı temizlemeye gitmem gerekiyor. Onların hakkında ayrı bir yazı yazacağım o yüzden. Size sadece çıkış şarkılarını bırakayım;

NCT U- THE 7TH SENSE
VE

NCT U- WITHOUT YOU



5 Şubat 2016 Cuma

MİM; SEVDİKLERİM, SEVMEDİKLERİM VE TAKINTILARIM



Sevgili Bonghwang beni taaaaaa.. ne zaman önce *sevdiklerimiz, sevmediklerimiz ve takıntılarımız* mimi ile mimlemişti. Bilgisayarım bozulduğu için maalesef bu zamana kaldı ve ben de daha fazla bekletmeden yapmak istedim. Onun yazısını buradan okuyabilirsiniz
O zaman başlayayım :D.

LEE HONG Kİ- LET S SEIZE THE DAY


Mesela ben uyansam bile yataktan kalkmam. Böyle kalmam için bir 10-15 dakika zaman geçmesi lazım ki bu okul zamanı böyle. Eğer tatildeysek veya benim boş bir zamanımsa atıyorum saat sabah 8 de uyandım ve beni kimse çağırmadı akşama kadar yatakta kalabilirim. Anında kalktığım zamanlar da oluyor ama bunlar çok nadir. Yatağımı seviyorum :D


Yatarken yorganın/battaniyenin sırtımı kapatmasına özen gösteririm. Eğer sırtım açıkta kalırsa kabus ya da kötü bir rüya göreceğimi düşünüyorum, bunun nedeni sırtım açık kaldığı bir gün bir rüya görmem. Rüya korkunç değildi ama bir kaç hafta aklıma takılmıştı. O günden sonra sırtımın açıkta kalmadığına çok dikkat eder oldum. Ama eğer sıcaksa hava yorganı direk üstümden atarım. Önemli olan sadece sırtımın açık kalmaması.

Ayaklarımın sıcak olmasına dayanamam. Hep soğuk olmalılar ki bu genelde de böyledir. Ellerim için de aynı şey geçerli.


Yağmuru çok severim. Yağmuru sevdiğim kadar şemsiyeyi sevmem :D Yanıma hiç şemsiye almam ve arkadaşlarımın *Islanma, şemsiyenin altına gir* tekliflerini hep geri çeviririm :D 

Yatmadan önce ve uyandıktan hemen sonra telefonumu kontrol ederim. 

Her türlü yemeği soğuk yiyebilirim. Yoğurt çok severim ve her yemeğin yanında yoğurt da yiyebilirim. Genelde evdeki yoğurdu ben bitiririm :D Meyveli yoğurt hiç sevmem :P

Sade soda dışında soda içemem. Meyveli soda hiç sevmem. Aslında eskiden içiyordum, sonra sade soda içmeye başlayınca içemez oldum, nedenini ben de anlamadım.

Şarkı dinlemesem bile kulaklık takarım. Tuhaf bir alışkanlık ama bu bende takıntı derecesinde. Kulaklığım yanımdaysa kesinlikle kulağımda olmalı.

Amerikan filmlerini *Aaa canım sıkıldı, hadi amerikan filmi izleyeyim* diyerek izlemem. Ya yanımda arkadaşım olacak o Kore yapımı izlemediği için izleyeceğim ya da televizyonda falan çıkacak. Yoksa özellikle açıp izlemem.  

Ben bir iş yaparken başımda beklenilmesinden nefret ederim. Mesela pc de bir şeyler yapıyorum, ne yaptığım yada kim olduğu önemli değil başıma gelen kişiyi direk kovarım. Özel olduğu için değil sadece sevmiyorum.


Sigaradan nefret ederim. İçilen yerde duramam hemen öksürmeye başlarım.

Kız grubu dinleyemiyorum. Kadınlığını kullanmalarından oldukça rahatsız oluyorum. Dinlediğim bir kaç grup ve solo var, onun dışında dinlediğim söylenemez.

İnsanların görünüşüyle dalga geçilmesinden nefret ederim. İnsanlardan nefret etmeme kararı aldım, onların sadece davranışlarından nefret edeceğim. 

Çok hızlı hazırlanırım. Makyaj yapmam, elbise, sivilce, kilo takıntım yoktur. Aslında elbise alırken içim gidiyor ona para verdiğim için sdfghjmk Evden dışarı çıkmayı tek olmadığım sürece sevmem. Elbise giyemem, bu uzun, etekli falan olanlardan, rahat edemiyorum.


Televizyon izlemiyorum. Çok nadir, o da ailemle salonda oturduğum zamanlar, bir de telefon ve internetten sıkıldığım, ders çalışmak istemediğim, okuyacak kitabım olmadığı zamanlar.

Her tarz kitabı okuyabilirim. Kişisel gelişim dışında.

Uyumadan önce hayal kurarım ki bunu hepimiz yapıyoruzdur :D Ama bende öyle bir durumda ki hayal kurmadan uyamıyorum. Yattığım zaman bir düzenim vardır.
-Sırtımın örtüldüğünden emin olmak
-Dua etmek
-Hayal kurmak
Bu üçünden birini yapmadığım zaman rahat uykuya dalamıyorum.

Çok sık ağlamam. İzlediğim bir film, dizi, dinlediğim bir müzik beni ağlatmaz. Sadece G.O.D*nin To My Mom MVsini izlerken ve şarkıyı dinlerken ağlamıştım. Bu yüzden beni ağlatan tek şarkı olma özelliğini taşıyor. Artık o da ağlatmıyor, ilk izlediğimde olmuştu :D 

BURAYA DA KOYAYIM. BAYAĞI ESKİ BİR ŞARKI O YÜZDEN FARKLI GELEBİLİR. ŞARKI BENİMLE YAŞIT :D-1999-

İnsanlar arasında çok rahatımdır. Benimle konuşmaya çekinen biriyle hemen iletişime geçebilirim. İnsanları iyi okuduğumu düşünüyorum, ama onar hakkındaki fikirlerimi çevremdekilerle paylaşmam. O kişi hakkında fikir sahibi olmam için biraz sohbet etmem ve gözlemlemem yeterli. 

Yeni girdiğim bir ortamda hemen muhabbet kurmam, önce oradaki insanları gözlemlerim.


Bilgisayarda vakit geçirmeyi oldukça severim. Sayfadan sayfaya atlamayı, yeni bir şeyler öğrenmeyi, insanların bir şey hakkında çeşitli düşüncelerini öğrenmeyi... Özellikle yorumları okumak benim için bir alışkanlık:D Bir yazıyı okuduktan sonra altındaki hemen hemen bütün yorumları okurum :D 

Bir mimin de sonuna geldik :D Oldukça zevkli bir mimdi. Çok önce mimlendiğim için kimin yapıp kimin yapmadığını bilemiyorum o yüzden yapmayan kim var ise onu mimliyorum.
Ayrıca buna benzer *alışkanlıklar* temalı bir yazım vardı onu da okumak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz. 

Kendinize çok çok iyi bakın ve Bonghwang bu kadar geç olduğu için üzgünüm..
Bir sonraki postta görüşmek üzere :D










21 Aralık 2015 Pazartesi

DURUM BİLDİRİMİ**

Geldiiiim..

*BaeK A YEON SHOULDN 'T HAVE* BEN ÇOK SEVİYORUM BU KADINI YAA

Gelebildim sonunda.

Performans ödevlerimden başımı kaldırabilsem uğrayacağım da, bilgisayara sadece slayt hazırlamak için oturuyorum. Bitmiyor bu ödevler.

Bende biraz vakit ayırıp durum bildirimi yapayım dedim.

Haftaya sınavlarım başlıyor ve üstüne performans ödevleri. Başımı zor kaşıyorum. Sadece benim ödevlerim de değil, kız kardeşimin performanslarıyla da ben ilgileniyorum. Bir oraya bir buraya yakında mala döneceğim.

Pazartesi, salı ve çarşamba edebiyat kulübüm olduğundan geç saatlerde evde oluyorum. Geldiğim gibi de ödevlerle, derslerle ilgileniyorum. Perşembe boşum. Boş dediysem eğer o da dolu. Eve gelir gelmez dersler ve yine ödevler. Cuma günü de coğrafya kursu. Yani oldukça doluyum bu yüzden uğrayamıyorum buralara. O kadar yorgun oluyorum ki sabahları otobüste kitap okuyan, takip ettiği blogların yeni yayınlarını okuyan ben yolu uyuyarak geçiriyorum. Anlayacağınız 2-3 hafta yorgunluktan pestilim çıkacak..Normalde de günlerim böyle geçiyor ama performanslar üst üste yüklenince bir de sınav haftası gelince elim ayağım birbirine dolaştı.


Neyse onun dışında iyiyim Allah*a şükür. 
Bu arada hikaye yazmaya merak saldım. Merak saldım dediysem daha 2 tane hikaye yazdım.
Geçenlerde bundan burada bahsetmiştim. Hafta sonu hoca fanzin için bir şeyler yazmamızı isteyince ben de kolları sıvadım ve bir hikaye daha yazdım ama hikayeyi fanzinde yayınlamayacağız. Onun yerine bir yarışmaya göndereceğiz. Cidden çok heyecanlandım. Bu ilk hikaye yazma deneyimim olduğu için pek bir şey beklemiyorum. Yani ödül alma ya da dereceye girme gibi bir beklentim yok. Hikayemin yarışmaya gönderilmesi bile benim için bir başarıdır.

Hikayeyi size de okutmak, fikirlerinizi almak isterdim ama herhangi bir yerde yayınlayamam ama eğer dereceye giremezsem ve hikayem elimde kalırsa sizlerin de okuması için yayınlayacağım.

Ha bu gün kulüpte sınıftaki bir arkadaşla *erkek ve ismini hala bilmiyorum* münakaşaya girdik. Aslında böyle  şeylerden çekinirim ama kulüpte kendimi ifade edemeyeceksem nerede edeceğim.

Benim durum bildirimim de bu kadar.
Kendinize iyi bakın. Umarım en yakın zamanda tekrar gelirim.



23 Kasım 2015 Pazartesi

EDEBİYAT..KULÜBÜ



Selamlar, saygılar.

Bugünün konusu: Edebiyat Kulübüm..



Bu gün başlayan edebiyat kulübüne tereddüt ile girmiştim doğrusu.
 Arkadaşım sürekli yazılarımı ve şiirlerimi beğendiğini söyler ve beni yetenekli bulurdu fakat ben ona katılmazdım. 
Açıkçası hala katılmıyorum ama böyle bir yeteneğim varsa keşfetmek, yoksa bile kendime bir şeyler katmak istedim. Bu şekilde kendime bir yararım olacaktı.

Kulübün kurulma aşamasında 10 kişiydik. Farklı sınıflardan olan 10 kişi. 1 tane öğrenci okulunu değiştirmiş iki kişi de bugün gelememiş. 
Bugün 7 kişiydik ve ben hiç birini tanımıyorum. Bir kişi dışında, sınıfımdan olan ve yakını bırak adam gibi konuşmadığım -toplasan 5 cümle etmez?- Vehbi.

Ben hiç biri ile yakın değilim fakat kalanların hepsi birbiriyle yakın, en azından tanışıklıkları var.

Burada da yalnız kaldım...

Bu gün ilk gün olduğu için neler yapacağımızdan, yılın sonunda ve yapabilirsek ayda bir çıkaracağımız dergi benzeri şeylerden bahsettik. 
Derslerde ya da buluşmalarda -artık ne deniyorsa- öğretmenimizin seçtikleri dışında ek olarak nelerden bahsedebileceğimizi falan tartıştık.

Açıkçası sadece onlar tartıştı. İlk gün olduğundan ve öğrencileri tanımadığımdan çekindim biraz. Biraz da gözlem yapmak istedim doğrusu.

Haftanın 3 günü bir araya geleceğim bu insanların fikirleri nelerdir, neler hakkında, nasıl konuşuyorlar tarzında kendimce bilgi edinmek istedim. Bu şekilde yaparsam onlarla nasıl doğru iletişim kurabileceğim hakkında bilgi sahibi olurum diye düşünüyorum.

Onları sadece dinlemek haklarında bir kaç varsayımda bulunmamı da sağladı doğrusu.

Kendimi de sayarsak kulüpte 4 -bugün gelmeyen kızları saymıyorum- ve 3 erkek var.

Aslında hepsinin yüzünü anımsıyorum. Koridorda ve orada burada gördüğüm yüzler.
Benim dışımdaki kızlar 10. sınıf yani benden 1 yaş küçükler. Erkeklerle yaşıtım.

Erkeklerden Vehbi'nin güzel şiir yazdığını biliyorum, daha adını bilmediğim diğer ikisi de şiir yazdıklarını söylediler. Hoca birinin şiirini okudu. Benim de hoşuma gitti. Ama diğeri konuşmak dışında bir şey yapmadı daha ama oldukça hiper aktif birine benziyor. 

Kızlardan ikisi pek bir şey konuşmadılar. Hatta biri hiç konuşmadı. Diğeri ise bir şeyle mırıldandı ama ne demek istediğini anlamadım. Son kız ise nasıl anlatılır.. konuşmayı ve fikirlerini öne sürmeyi çok seviyor ki bunun çok güzel bir şey olduğunu düşünüyorum..

İlk gün konu nasıl geldiyse -aslında Mevlana ve Şems'den ki ne alaka ise, onlarla ilgili konuşacak başka bir şey yokmuş gibi- eş cinsellikti. Hoca bile dedi ilk gün bunu konuşacağım aklımın ucundan geçmezdi diye. Ben görüş bildirmedim, aslında diğerleri de elle tutulabilir bir şey söylemedi, neyse oradan oraya oradan oraya derken konu feministlik oldu. Konuyu açan da görüşlerini belirtmeyi seven kız -daha isimlerini bilmiyorum o yüzden bu şekilde idare edin- oldu. Edebiyat kulübünde konuşabiliriz diye öneride bulundu ve bu şekilde biraz konu hakkında konuşmaya başladık ki bu da kulüptekiler hakkında biraz daha fikir edinmeme yarar sağladı. 

Feministmiş kız, ki bunu söyleyene kadar da anlaşılıyordu konuşmasından. Ama biraz düşüncesiz gibime geldi. Çok konuşan çok yanılır derler, daha tam olarak onun hakkında bir fikrim olmasa da bir kaç şey yakaladım neden feminist olduğu ile ilgili.

Bu konuyu konuşurken de erkeklerin biraz dağınık fikirli olduğunu kavradım. Dağınık fikirli doğru kavram mı bilmiyorum ama verdikleri örnekler olsun, fikirler olsun o kadar dağınık ve birbirinden alakasızdı ki . Biraz da dediğim dedik gibiler sanki...

Neyse tam olarak tanımadığım için net bir şey de söylemek istemiyorum. Onlarla vakit geçirdikçe anlayacağım nasıl insanlar olduklarını.

Bana gelirsek, hoca şak diye "yetenekli misiniz?" diye sorunca yetenekliyim diyemedim. Aslında yazdıklarımı beğenirim ama bu demek değil ki yetenekliyim. 
Biraz da kendimden emin değilim açıkçası.