Sayfalar

18 Aralık 2020 Cuma

Kabulleniş



Böyle işte.

İnsan böyle.

Hayat böyle.

Yaşamak böyle.

Belki yaşamamak böyle.

Sarsıntı böyle.

Sarsılmak böyle.

Böyle dediğim ne?

Acı, öfke...

Kırılmak, sıkılmak...

Yaralanmak.

Belki karalanmak...

2 Eylül 2020 Çarşamba

Bir Nefret Söylemi

   

  Bu olayın bir türlü dallanıp budaklanamaması canımı sıkıyor. Ortaya çıkarsa bir ölüm kalım meselesi olacak ama çıkmazsa da, çünkü çıkmama olasılığı yok. Hayatımda ilk defa korkuyu bu kadar net ve şiddetli hissediyorum. Kendi hayatımızın kontrolünü bir başkasının, hatta akıl sağlığından bile emin olamayacağımız birilerinin, eline verdiği için kardeşimden nefret ediyorum. Her şeyi belirsiz bıraktığı için kardeşimden nefret ediyorum. Şu an bunları düşündürdüğü ve yazdırdığı için kardeşimden nefret ediyorum. Olacak olan olsun istiyorum ama korktuğum için kendimden nefret ediyorum.




31 Ağustos 2020 Pazartesi

DİZİ YORUMU: It's Okay Not To Be Okay

 

 Uzun süredir dizi- film izlemiyordum. Neredeyse 2-3 aydır, bu 2-3 aylık süre bazıları için kısa gözükse de benim için oldukça uzun bir ara. Bunun yanında Kore yapımı bir şeyler izlemeyeli bir hayli oldu. Sanırım en son okullar açıkken Hotel Del Luna'yı izlemiştim. Son bölümünde Kim Soo Hyun'u görüp heyecanlanmış, merakla 2. sezonu beklemeye koyulmuştum. Onu beklerken geçenlerde bir blog yazısına denk geldim. Kim Soo Hyun başka bir dizide rol almış. Konusu itibariyle ilgimi çekti. Unutmuştum aslında ama şu yazımda belirttiğim üzere depresyondan çıkma aşamasındayım. Bir şeyler izlemek istedi canım. Önce Parazit'i izleyeyim dedim. İnternette bulamayınca yine bir Kore yapımından gideyim istedim. Aklıma geldi ve izlemeye başladım. Size anlatmak için oldukça heyecanlıyım. O zaman başlayalım mı?


  DİZİ KONUSU


   Dizimiz psikiyatri hastanesinde hasta bakıcı olarak çalışan Moon Kang Tae, onun otistik spektrum bozukluğuna sahip abisi Moon Sang Tae ve çocukluğu boyunca pek çok travma yaşayan anti sosyal kişilik bozukluğundan muzdarip Go Mun Young etrafında dönmektedir. 

   Konu kısmını bu kadar geçip dizinin asıl olaylarını karakterler üzerinden vermeyi seviyorum bu yüzden karakterleri tanıtmaya geçiyorum.


MOON KANG TAE

   Hayatını abisine adamış, bütün isteklerini ve arzularını içinde baskılamış bir karakter Moon Kang Tae. Diziyi izlerken onun için üzülmeden edemiyorsunuz. Zaten otizmli bir abiye sahip olmanın bütün zorluklarını yaşarken bir de abisinin travması yüzünden -bu konunun ayrıntısına girmeyeceğim spoiler olduğu için- oradan oraya sürükleniyor, kimseyle bağ kuramıyor ve ne yaşarsa içine atmak zorunda kalıyor. Anti sosyal kişilik bozukluğuna sahip Go Mun Young'la da karşılaşınca hayatı cidden alt-üst oluyor. Tabii bir söz vardır ya hayatının altının üstünden iyi olmadığını nereden biliyorsun diye, o bu anlamda şanslı insanlardan. Hayatının altı üstünden iyi çıkıyor, yaralarını yine yaralı olan Go Mun Young'la birlikte sarıyor. 

   Kim Soo Hyun gerçekten muazzam bir oyunculuk sergilemiş. Karakterin yaşadığı her şeyi bize de yaşattı helal olsun. Karakteri için kötü bir şey söyleyemeyeceğim, hepimizin sarıp sarmalamak isteyeceği biriydi bu rolde. Ama sadece çok duygusaldı. Ben bu kadar duygusallık sevmediğim için biraz daha güçlü birini görmek isterdim açıkçası. Ama bir yandan da yaşadığı uncam şey, duygularını bastırması vs. bu şekilde tepki vermesi de normaldi. Bilemedim. Bi süre sonra karakterden sıkıldım ama çok da problem arz etmedi bu durum.


MOON SANG TAE

   Otizim Spektrum bozukluğunun üstüne bir de korkunç bir travmaya sahip olan biri Sang Tae.. Dizide en sevdiğim karakter oldu. Hem neşeli hem bilgili tavırları vardı. Küçük çocuklar olur ya yeri gelir boyundan büyük laflar ederler bana o çocukları anımsattı. Bol bol yüzümüzü güldürdü. 

   Kang Tae ve Mun Young'un arasına da köprü oldu. Kang Tae, abisi kitaplarını bayılarak okuduğu ve en sevdiği uğraş bu kitaplara resim çizmek olduğu için - Sang Tae özel yeteneklere sahip bir otizimli. Onu bol bol resim çizerken görüyoruz- Mun Young'la iletişime geçmek durumunda kaldı. 

   Dizide bir otizimliye nasıl davranılmalıdırın çok güzel bir örneğini görüyoruz bence. Zaman zaman karakterlerin gel-gitlerinden ötürü olumsuz şeyler yaşansa da gerçek hayatla kıyaslanıldığında çok da güzel bir örnek teşkil ediyor. Sang Tae'yi kendi başına otobüse binerken, çalışıp para kazanırken görmek çok hoştu. Ayrıca karakteri canlandıran Oh Jung Se'nin hakkını da vermek gerekiyor. Dizideki en iyi oyunculuğu kesinlikle o sergiledi. Kendisini ''Hot Stove League''de izlemiş ve oradaki oyunculuğuna da bayılmıştım. 

**okuyucuya not: Hot Stove League'de önerdiğim bir dizidir. 


GO MUN YOUNG

   Çocukluğu boyunca korkunç şeyler yaşayan bir diğer karakterimiz Go Mun Young.. Gerçekten yaşadıkları aklımıza getirmek istemeyeceğimiz kadar kötüydü. Anti sosyal kişilik bozukluğu da bundan ötürüydü zaten. Annesi ayrı bir dert babası ayrı bir dert kızın...   

   Karakter gelişimini açık bir şekilde gördük Go Mun Young'un. Dizinin başında bize bahsedilen Mun Young'la sonundaki Mun Young apayrıydı resmen. Bu hem çok hoştu hem de biraz hızlı gerçekleşti sanki. 

   Dizi boyunca onun yazdığı masalları okuduk -dinledik-. Realitede bu kitaplara sahip olabiliyorsak ben gerçekten istiyorum kitapları. Harika masallardı. Çocuklar için uygunluğu bence biraz tartışılır ama aşık oldum yazdıklarına. Kitapların illüstrasyonları da çok güzeldi... 

   Seo Ye Ji'yi daha önce Hwarang ve Moorim School'da izlemiştim (sanırım 2 diziyi de bitirmedim) özellikle Moorim School'da başrollerden biriydi. Beğendiğimi hatırlıyorum. Bu dizide de kötü bir performans sergilemedi. Çok da güzeldi açıkçası izlemekten zevk aldım. 







   

   Anılması gereken birkaç karakter daha var:

Nam Joo Ri: 2. kadın. Gerçek hayatta karşılaşsam beni rahatsız edebilecek bir kişiliği var doğrusu o yüzden çok ısınamadım ama nefret de edemiyorsunuz öyle bir karakter.

Jo Jae Soo: Kang Tae'nin peşinden ayrılmayan 10 yıllık arkadaşı. Kang Tae bir yere veya bir kişiye bağlanmadığı için Jae Soo, Kang Tae'ye bağlanmış. Çok tatlı bir karakterdi.

Lee Sang In: Jae Soo'nun Mun Young'a bağlı versiyonu. Mun Young'un kitaplarını yayınlayan şirketin sahibi. O da çok tatlıydı, hele dizinin sonlarına doğru.      



                         

   Karakterlerimiz bu kadar. Elbette bu kadar değil ama önemli karakterler bunlar. Ama söylemeden edemeyeceğim yan karakterlerin hemen hemen hepsi çok tatlıydı. Hikayesini dinlediğimiz bütün karakterler kalbimize dokundu bence.

   Genel yoruma gelirsek. Dizi 16 bölümden oluşuyor 12. bölümden sonra izlerken biraz zorlandım açıkçası. Geçmişte yaşananlardan ötürü ilişkinin dur-kalkları çoktu. Bu durum beni biraz yordu ama finali çok güzel verdiler. Her haliyle memnun kaldığım bir final yazmış senarist bu yüzden çok mutlu oldum. Önereceğim bir dizi oldu kendisi bence izlemekten çekinmeyin.

                                                                                                                                                                     



30 Ağustos 2020 Pazar

arrakis okuma challange ve çekiliş

   

  Bu yazıyı aslında dün yayınlayacaktım ama kız kardeşimle plaja, Kocaeli'ndeki kadınlar plajına, yüzmeye gittiğim ve görece yorgun olduğum için yazamadım. 

   Yazının konusu başlıktan da belli olduğu üzere arrakis'in hazırladığı bir etkinlik. Kendisi bir de çekiliş yapıyor. Benim çok hoşuma gitti, ayrıntıları isminin üzerine tıklayarak ondan öğrenebilirsiniz ben kendi seçtiğim kitapları burada yayınlayacağım. Elimde olan kitapları okumak adına kategorileri biraz değiştirdim. Umarım sizlerden de katılan olur ve güzel bir etkinlik yapmış oluruz.


1- Daha önce okumadığım bir Türk yazar: Sezai Karakoç ''Samanyolundan Ziyafet''

   -Bu kitabı geçen arkadaşım oku diye verdi, içinde ''oruç yazıları'' varmış. İlgimi çektiği ve daha önce Sezai Karakoç okumadığım için bunu okumak istedim.


2- Britanyali bir yazar: Helene Adeline Guerber ''Destanlar Kitabı''

   -Kategorinin ismi aslında Güney Amerikalı bir yazardı ama elimde Güney Amerikalı bir yazarın okunmamış kitabı olmadığı için bunu Britanyalı bir yazar olarak değiştirdim. Muhtemelen son okuyacağım kitap bu olur, 555 sayfa olduğu için. 


3- Daha önce edebiyatından hiç okumadığım bir ülkeden bir kitap: Margaret Oliphant ''Jan Dark''

  - Yazarın kendisi İskoç biyografisini yazdığı Jan Dark Fransız. Farkında olmadan okumadıysam ne İskoçya'dan bir şeyler okudum ne de Fransa'dan. O yüzden bu kitabı seçtim. Okumaya başladım, ilgi çekici ve merak uyandırıcı.


4- Kurgu dışı bir kitap: Toderini ''Türklerin Yazılı Kültürü ve Edebiyatı''

   -Eğitim Felsefesi, Kültürel Antropoloji gibi derslerimize giren çok sevdiğim bir hocam önermişti. Toderini ismini sık sık duyduğum biri, Türk Kültürü hakkında neler söylemiş merak ettiğim için almıştım, inşallah okuyacağım. Hatta Jan Dark'tan sonra bunu okumayı düşünüyorum.



5- Uzun süredir elinizde olan ama hala okumadığınız bir kitap: Virginia Woolf ''Deniz Feneri''

   -Çok uzun süredir elimde olan bir kitap değil aslında ama 3 kez başlamama rağmen assssla sonunu getiremediğim bir kitap. Belki bu vesileyle bitiririm diye seçtim.


25 Ağustos 2020 Salı

Durum Bildirimi #5 -kovulmaca, okunanlar, amigurumi


  


   Şu yazımda 2020'ye ''Başıma gelen geldi daha ne kadar kötü şey getirebilirsin ki.'' demiştim.

   BÜYÜK konuşmuşum.

  BAYA BÜYÜK konuşmuşum. Burada bile anlatmak istemediğim -belki olumlu sonuçlanırsa anlatırım- o kadar müşkül bi duruma sokulduk ki erkek kardeşim yüzünden, aklıma geldikçe mideme kramplar girmekte, başıma ağrılar saplanmakta ve gözümden yaşlar dökülmektedir. Bu yüzden sanırım ufak çaplı bir depresyona bile girdim, yeni yeni kendimi toparlıyorum. 

   Anlayacağınız üzere uzun süredir canım ne bir şeyler izlemek istiyordu ne yemek ne okumak ne de yazmak... Ondandır burayı boşlamam. Yoksa (bu konu haricinde) sizlere bahsetmek istediğim pek çok şey oldu. Mesela amigurumi denen oyuncak yapma işine başladım. Başlarda çok beğenmediğim ama fena da değil ya diyebileceğim oyuncaklar ördüm. Bunları yine bir ödev kapsamında oyuncağı olmayan çocuklara dağıttım (Topluma Hizmet dersi için bir şeyler yapmam gerekiyordu da, sanırım 5-6 çocuğun oyuncak sahibi olmasını sağladım *gurur*gurur*). Şimdilerde ise sipariş üzeri oyuncak örmeye başladım. Torunu olan ablaya hediye edeceğim (fotoğraftakiler, uyku arkadaşı) dışında hiçbirini bitiremedim daha ama olsun bütün günüm yeni boşaldı. Biliyorsunuz normalde yazları tüm gün çalıştığım işlerim oluyor. Bu yıl girdiğim fabrikadan (bahsetmek istemediğim konu yüzünden) kovuldum. İlk defa çalıştığım bir yerden kovuldum bu biraz üzücü bir durum ama çok da üzülemedim açıkçası. Bir insan çalıştığı yeri, yaptığı işi, patronunu ancak benim kadar sevemezdi. Zar zor dayanıyordum zaten inceldiği yerden koptu diyebilirim.



   Bunun dışında iş yerinde bol bol kitap okudum. Toplasan 1 saat etmeyen bu aralarda yine başarılı bir okuma gerçekleştirdim bence. Sanırım bir ayda 7-8 tane kitap okumuşum. Bunların içinde Sabahattin Ali'nin ''İçimizdeki Şeytan''ı, Irvin D. Yalom'un ''Bir Psikiyatristin Anıları'' adlı otobiyografisi, James Tiptree, Jr'ın ''Uzaktan Kumandalı Kız''ı ve Michael Ende'nin ''Momo'' adlı çocuk kitabı var. Açıkçası hepsinin yorumunu girmek istiyorum çünkü hepsini çoooook beğendim ama hep bi aksaklık çıktığı için yazamadan kalıyor yorumlar. Belki bu sefer öyle olmaz. Sonuçta bütün gün evdeyim!



   Başka... bir köpek sahiplendik. Cinsi bir şey bir şey Terrier. Beyaz, uzun, kıvırcık tüyleri olan, kahverengi lekeleri bulunan 1 buçuk yaşında aşırı hareketli ve sıkıldığını oflayıp puflayarak belli eden dünyalar tatlısı bir köpek. Şu sıralar hayattan zevk aldığım tek saatler onunla geçirdiğim vakitler. Ve son zamanlarda başıma gelen en güzel (ve sanırım tek güzel) şey de o. Bu yazıyı bitirdikten sonra gidip de biraz seveyim.

   Depresyonda olduğum vakitte Whatsapp hesabımı da sildim. Silinik bir şekilde duruyor öylece. Biraz insanları korkutmuşum (habersiz sildim, ayrıca telefonum da bir süre kapalıydı) ama bu şekilde çok güzel kafa dinledim. Zaten insanlarla konuşmak istemiyordum tam yerinde bir karar oldu. İnstagramı da çok nadir kullanıyorum. Sadece en yakın arkadaşım Tavuk'la iletişim kurmak için. 

   Depresyondan çıkmaya başladığım şu dönemde de uzun süredir yapmak istediğim bir şeyi yaptım. Evde olamasam yine yapamazdım ama hazır işten çıkartılmışken ve başvurduğum yerler daha dönüş yapmamışken bir fırsat dedim belki kabul alırım. Burada bulunan bir psikatri hastanesine gönüllü staj için mail attım. Daha dün attım ama ha bire mailimi kontrol etmekten kendimi alamıyorum. Pandemiden dolayı çok ümitli değilim açıkçası ama bence denemeye değerdi. Evde olduğum bu dönemi iyi bir şekilde doldurmak istiyorum. Verimli geçsin istiyorum bu yüzden bazı eğitimlere de kaydoldum. İçerik yazarlığı, blog yazarlığı ve sunum yapmayla ilgili eğitim veren 3 farklı setifika programına dahil oldum. Önümüzdeki ayın 7'sinde başlayacaklar umarım o zaman hem boş kalırım hem evden para kazanma işine hemen başlarım. Evden para kazanmak adına içerik yazarlığı yapmak için bir siteye de kaydoldum. Kabul alır mıyım emin değilim ama bir ümit işte. 

   Sizlere de diyeyim belki ilginizi çeker. Amigurumi satmaya başlayacağımı üstte söylemiştim. Eğer sizin de sahip olmak istediğiniz bir amigurumi oyuncak varsa bana yorumlardan ya da kopuk.kirmizi@gmail.com adlı mail adresinden ulaşabilirsiniz. İnternette gördüğünüz fiyatlara satmayı asssla düşünmüyorum. Hem yeni başladığım için hem de ''ben olsam o oyuncağa o kadar para vermem ya'' dediğim için. Oyuncakları maaliyetine uygun ve emeğime değer fiyatlardan satacağım. O yüzden fiyat sorarken çekinmenizi kesinlikle istemem. (ben de öğrenci olduğumdan bu konuda biraz vicdanımla hareket edeceğim galiba :D )

    Kardeşimin olayıyla ilgili bir şeyler olup bilgisayardan uzak kalmazsam yazı yazmaya da devam! Kendinize iyi bakın ve bize bol bol dua edin bu zor durumu atlatabilmemiz için. Teşekkür ederim.







1 Temmuz 2020 Çarşamba

En Sevdiğim Şarkı, Önerisi: Düşünme Kaybolursun- No Land





 Düşünme Kaybolursun- No Land 

 Uyandın gözlerin kapalı 
 Kendine döndün yerinde yoktu 
 Yüzüne dokundun çizginde durdun 
 Ama sen yine de düşünme kaybolursun 
 
 Sonbahar mı geldi sararırsın 
 Hazan vaktinde dalından koparsın 
 Düşersin bir güce sığınırsın 
 Ama sen yinede düşünme kaybolursun 


   Bir şarkıyı sevebilmem için ya beynimi doldurmalı ya kalbimi derim. Beynimi dolduran genelde müzik enstrümanlarının varlığıdır. Kalbimi dolduran ise şarkıyı söyleyen insanın sesinde ve duyguyu verişinde yatar. Bu şarkı da tam ben dinleyeyim diye yazılıp bestelenmiş sanırım. Çok fazla söze sahip değil çünkü grup müzik aletlerinin varlığına oldukça önem veriyor. Keman, def, gitar, bateri, çello gibi pek çok müzik aletini şarkılarında kullanan grup bünyesinde bulundurduğu kültürel çeşitliliği de şarkılarında hissettiriyor. Vokalistin kendisi Azeri. İranlı, Türk ve Kürt üyelere de sahip. Açıkçası bu grubu toptan seviyorum. En sevdiğim grup sanırım ve onlardan bir şarkı seçmem gerektiğini düşündüm. Şarkı dinlerken sözlere çok takılmam gerçi ama sözlerinden ötürü seçtim. Çünkü diyor ki: Düşünme kaybolursun.. 


   Bunun yanında Aramızda Dinozor, Üzüme Bax, Niye Bele Uzundur Bu Yollar adlı şarkılarını da hayranlıkla dinler ve kesinlikle tavsiye ederim! Şimdiden keyifli dinlemeler.*


*otobiyografi ödevimin devamı

*sonradan eklenmiştir

25 Haziran 2020 Perşembe

En Sevdiğim Film, Yorumu: Howl's Moving Castle

 

   


    Howl’un Yürüyen Şatosu... Çok fazla film seyreden bir insanım. Zaman zaman bu durum haftada 5 filme çıkabiliyor. Sevdiğim filmlerin genelini gerilim ve dram filmleri oluşturuyor. En sevdiğim filmi seçmek bu yüzden epeyce zor oldu ama aslında o kadar zor olmamalıydı sanırım. Nerden bakarsam bakayım bu film kesinlikle ‘’Howl’un Yürüyen Şatosu’’. Sophie adlı genç bir kızın ve Howl adlı bir büyücünün ekseninde şekillenen film 2004 yılında yayımlanmış. Sophie büyücü Howl ile karşılaşır ve akşamına Kötülükler Cadısı olarak bilinen bir kadın tarafından 90 yaşına döndürülerek lanetlenir, Kötülükler Cadısı ondan Howl’a bir mesaj yollamasını ister ve sonucunda Sophie kendini Yürüyen Şato’da bulur.   

   Her yıl en az 1 kere izlediğim filmin temasını ben  ‘’kendini bulmak’’ olarak yorumluyorum. Filmi ilk izlediğimde 8-10 yaşlarında bir çocuktum ve sanırım ilk (ve şu anlık son) aşkım da büyücü Howl’du. Bu filmle ilk karşılaşmamın bir tatil sabahı olduğunu, babamın kanalları gezerken gördüğümü ve izlemek için oldukça ısrarlı davrandığımı hatırlıyorum. Sonra lise yıllarındayken tekrar karşılaştım ve her yıl canım hiçbir şey yapmak istemezken elimin gittiği, vazgeçemediğim bir yapım oldu kendisi.  

                                                  bu fotoğraf uzun zamandır whatsapp profil fotoğrafım

   Bu filmi sevmemin nedeni en başta tabii ki çocukluğumdan kalma bir yadigar olması. Ayrıca nasıl bir kitabı her okuduğunda içinde farklı şeyler bulursan bu film de benim için öyle oldu biraz. Her izlediğimde yeni bir ayrıntı, yeni bir duygu ve yeni bir düşünce hissediyorum. Film mi benim düşüncelerimi besledi yoksa bende var olan bir fikri mi gördüm bilmiyorum ama üzerine bi’ ara epeyce kafa yorduğum bir konunun filmde işlenmiş olması ayrıca hoşuma gidiyor. Bu konu Sophie’nin lanetinin altında yatıyor.  

   Ben sevilmeye inanmıyorum. Bence karşımızdakinin bizi sevip sevmediğini ya da ne kadar sevdiğini asla bilemeyiz ama kendi duygularımızdan emin olabiliriz. Sophie lanet yüzünden 90 yaşında bir kadına dönüşüyor. Büyüyü yapan cadının bile geri döndüremeyeceği bir lanet..( cadının kendisi bunu söylüyor) ama Sophie, Howl’u sevdiğiyle ilgili cümleler kurarken eski genç haline dönüşüyor, lanet o anlatırken ortadan kalkıyor. Filmin sonlarına doğru da sevgisine karşılık bulduğunda tekrar gençleşiyor fakat saçları beyaz kalıyor. Bu fikrin bu şekilde işlenmiş olması (yönetmen bilerek mi yaptı bilemiyorum ama) benim filmden etkilenmemi sağlayan yegane unsur. Bütün bunların yanında tabii ki görselliği, diyaloglar, filmin atmosferi de insanı kendine çekiyor.* 

 

*Otobiyografi ödevimin film kısmı.

*Bir de merak ettiğim bir konu var, yorumlara cevap vermek istiyorum ama blogger hesabım girikken bile benden kimlik seçmemi istiyor, nedenini anlayamadım. Bilgisi olan var mı?

                                                       

                                                                    bu şekilde gözüküyor :(



21 Haziran 2020 Pazar

En Sevdiğim Kitap, Yorumu: Kürk Mantolu Madonna

   
Şu sıralar final ödevleriyle o kadar meşgulüm ki buraya özel yazı yazmaya fırsatım bir türlü olmuyor maalesef. Yaz boyu kitap etkinliğine katılmak istiyorum ama haftaya kadar bu konu hakkında da yazamayacağım gibi duruyor. Şimdilik ödevlerimi paylaşmaya devam edeceğim. Bu seferki otobiyografi ödevimden bir kesit. Test Dışı Teknikler dersi için hocamız otobiyografimizi yazmamızı bunu yazarken de belli başlı içeriklerden bahsetmemizi istedi. En sevdiğimiz kitap da bunlardan biri. Sizle de paylaşmak istedim. Bundan sonra da muhtemelen şarkı ve film yazıları gelecek. Belki küçük bir deneme (deneme oluyor galiba) yazısı da atabilirim. Keyifle okursunuz umarım. 


Bu kitabı okuyana kadar en sevdiğim kitap Cengiz Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel adlı kitabıydı. Yaklaşık 6 yıl en sevdiğim kitap olan Gün Olur Asra Bedel’i tahtından eden bu kitap beni tam anlamıyla kalbimden vurdu. Bu yıl içinde okuduğum ‘’Kürk Mantolu Madonna’’ gerek yazım dilinin etkileyiciliğiyle gerek hikayenin sürükleyiciliğiyle bana ‘’bu kitabı bu yaşıma kadar ben nasıl okumam!!’’ dedirtti.  Belki hikaye biraz tanıdık ve öngörülebilir olsa da yazarın üslubu bunu çok iyi bir şekilde örtmüştü. Çok fazla cümlenin altını çizdim. Kitabı bu denli sevmemin nedeni de yine bu cümlelerden biri: ‘’Arada fark vardı: Hayatın bundan ibaret olduğunu zannettiren bilgisizliğimin yerini şimdi, dünyada başka türlü de yaşanabileceğini bir kere öğrenmiş olmanın azabı tutuyordu.’’ Ben önemli bir şeyi kaybetmenin değil o şeysiz de yaşanabileceğinin farkına varıldığı anın daha ızdırap verici olduğunu düşünüyorum. Böyle bir cümleyi okumayı beklemiyordum, bu cümle kendimi kitaba yakın hissetmemi sağladı. Ve bütün diğer unsurların yanına eklenince kitap ‘’en sevdiğim’’ sıfatını aldı. 

   Kitap oldukça popüler olduğu için konusundan uzun uzadıya bahsetmeyeceğim, sadece kürk manto giymiş bir kadın portresine aşık olan adamı ve onun iç dünyasını okuyoruz demekle yetineceğim. Kesinlikle okunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum, şimdiye kadar okumadıysanız eliniz titremeden sepete ekleyebilirsiniz!*

  Art arda alıntı vermesini sevmiyorum (genelde paragraf aralarına yazarım alıntıları) ama bu kitaptan birkaç alıntı bırakmadan da yazıyı sonlandırmak istemiyorum, buyurunuz: 

Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan kolaydır.*

Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?*

...Karşındakinin her kanaatini doğru bulup benimsemek için vesile aramak da bir nevi ruh yakınlığı alameti değil miydi?*
 

*sonradan eklenmiştir.

12 Haziran 2020 Cuma

Kitap Yorumu- Hayvanlardan Tanrılara: Spiens



*Bu yazı normalde benim bir dersimin ödevi fakat belki bloğumda olursa insanlar bundan faydalanabilir diye düşündüm ve paylaşmak istedim. Keyifli okumalar. 


HAYVANLARDAN TANRILARA: SAPIENS

 

   Tarihin akışını 3 önemli devrimin (‘’70 bin yıl önce başlayan Bilişsel Devrim, 12 bin yıl önce bunu hızlandıran Tarım Devrimi ve yalnızca 500 yıl önce başlayan, tarihi sona erdirip bambaşka bir şeyi başlatabilecek Bilimsel Devrim’’ (Harari, 2011, s. 19)) şekillendirdiğini söyleyen bu kitap, insanlık tarihinin bilinen ve bilinmeyen pek çok noktasını ele almaktadır. Tarih ve bilimin iç içe olduğu kitapta insan antropolojik ve kültürel yönlerde incelenmiş, cevaplanmayan ya da cevaplanamayan soruları asla sıkıcı olmayan bir dille ele almıştır. İçeriği nedeniyle ilk bakışta okumanın zor olacağı düşüncesini uyandırsada ilk cümleden itibaren insanı daha fazla okumaya sevk edecek bir sürükleyicilikle yazılmıştır.

   5 bölümden oluşan kitabın ilk bölümü tamamen insan ve insan evrimini anlatan ‘’Bilişsel Devrim’’dir. Bu bölümde insan türlerinden, onların nereden geldiğinden ya da sonlarının ne şekilde olduğundan bahsetmiştir. İlk bölümün Bilgi Ağacı kısmında şu cümle geçmektedir: ‘’Etkili hikayeler anlatmak kolay değildir; zorluk hikayeyi anlatmakta değil, herkesin hikayeye inanmasını sağlamaktadır.’’ (Harari, 2011, s. 46). Bu kitabın bana göre en güçlü yönü de budur. Okuduğunuz zaman hak veriyor ve anlatılanlara inanma eğilimi gösteriyorsunuz. Çünkü bahsi geçen birçok şey için kaynak gösterilmiş ve önemli araştırmalardan örnekler verilmiştir. Ayrıca bir konuyu tek bir teoriyle açıklamaya gitmemiş var olan pek çok teoriye de değinmiştir. Üzerinde fikir üretilememiş ya da fikir birliğine ulaşılamamış konuları da ifade etmesi yazarı yansız göstermiş ve kitabın inandırıcılığını arttırmıştır.

   Bu bölümün sonunda Homo Sapiens’i ‘’ekolojik katil’’ olmakla suçlamış geçmişte olmuş olabilecek durumları sert bir dille ifade etmiş ve insanı gelecekte olabilecekler hakkında düşünmeye sevk etmiştir. 2. Bölümde de Tarım Devriminden ve bu devrimin getirdiklerinden bahseden kitap, insanın kendi kendini sorgulamasını ve belki de biraz kötü hissetmesini sağlamaktadır. Bölüm içinde geçen ‘’Lüksler zamanla ihtiyaç haline gelir ve yeni zorluklar ortaya çıkar.’’ (Harari, 2011, s 101) cümlesi de ‘’ekolojik katil’’ benzetmesiyle aynı efekti vermektedir. Bunu kitap içinde yer yer yapmış olması okuyucuya olumlu yönde bir biliş kazandırmaya fayda sağlayabileceğinden bu durum kitap için önemli bir güçlü yön olarak düşünülebilinir.

   Bütün bölümlere konuya uygun görseller kullanılmaktadır. Bu görseller kitaba bir dinamizm katmış anlatılanın daha iyi anlaşılmasını ve insanın kafasında bazı görüntülerin daha rahat oluşmasını sağlamıştır. Ayrıca yazarın kitabın yayınlanacağı ülkeye göre örneklerini değiştirdiği bilinmektedir. Bu iki durum kitap için oldukça olumlu yönler olarak ifade edilebilinir.

    Bütün bu güçlü yanların yanında görmezden gelinemeyecek kadar zayıf yönü olan da bir kitaptır. Harari kitabını yazarken söylemlerini bilimsel bir yapıya oturtmak istemiş, başlıkları incelerken çeşitli teorilerden bahsetmiştir. Bu evet, onu oldukça yansız göstermiştir, fakat satır araları okunduğunda oldukça yanlı bir görüşle hareket ettiği açıktır. Buna örnek vermek gerekirse tek tanrıcılığın tarım toplumuyla birlikte geldiğini ifade eder ancak kitabın ilerleyen sayfalarında Alacahöyük’ten bahsederken buranın avcı toplayıcılarla oluşturulduğunu söyler ve bunların tek tanrı dinine inandığını sebepleriyle birlikte açıklar. Öyleyse tek tanrıcılık avcı toplayıcılıkta da vardı. Alacahöyük’teki kalıntılar tek tanrıcılığın avcı toplayıcı toplumlarda görüldüğünü söyleyebilecek kadar önemlidir. Belki de bu şekilde insanın tek bir tanrıya inanma durumunu biraz daha geciktirmeye çalışmıştır. Diğer biri ise Homo Sapiensler’in dünyada tek insan türü olarak kalmasıyla ilgilidir. Kitapta bu konuda 2 teorinin varlığından bahseder. Bunlardan biri bunu Homo Sapiensler’in sosyal becerileri sayesinde gelişerek çoğalması ve kaynakları toplamasıyla diğer türlerin nüfuzlarının azalıp yavaş yavaş yok olduğu şeklinde açıklar. 2’ncisi ise Sapiensler’in onları yok etmesiyle gerçekleştiğini söyler. (Harari, 2011, s. 32) Bunlar gerçek olabilecek olasılıklardır fakat yazar sanki sırf Sapiensler’i suçlamak istercesine konunun ilerleyen sayfalarında şu cümleyi kurar: ‘’…Belki de bu yüzden atalarımız Neandetaller’i yok etti, çünkü Neandertaller yok sayılamayacak kadar yakın, fakat tolere edilemeyecek kadar da faklılardı.’’ (Harari, 2011, s. 33). Bir yanlılığın hissedilmesi için satır arası okumaya bile gerek olmayan bir konu da mevcuttur. Dünyada kabul görmemesine rağmen ‘’Ermeni soykırım’’ından bahsetmesi (Harari, 2011, s. 359), sırf kendi görüşü öyle diye bundan bir gerçek gibi kitabında belirtmesi oldukça hatalı bir durumdur. Konu hakkında bilgiye sahip olmayan insanların aklını karıştırmaya yönelik bir adımdır.

   Bu şekilde yanlı davranması ve bunu bilimsel ve tarihsel gerçeklermiş gibi aktarması benim kitapta en sevmediğim durum oldu. Kitapta din, savaş gibi hassas konuları insanları etkileyebilecek şekilde hatta bazen yanlış bilgilerle ifade etmesi bu konularda bilgisi olmayan insanların olumsuz tutum benimsemelerine neden olabilir. Bu bağlamda kitabın bu yanından hoşlanmadım. Fakat yine de okunması ve üzerine düşünülmesi gerekilen bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Yalnızca bunu okurken bahsedilenlerin teorilerden ibaret olduğunu ve bir insanın şahsi görüşlerinden oluştuğunu unutmamak gerekir.


3 Haziran 2020 Çarşamba

Ergenlik Üzerine, Ergen Velilerine Öneriler

 
 
*Bu yazı normalde benim bir dersimin ödevi fakat belki bloğumda olursa insanlar bundan faydalanabilir diye düşündüm ve paylaşmak istedim. Keyifli okumalar. 
                                                                                                                                                                    


         Mum olmak kolay değildir. Işık saçmak için önce yanmak gerekir.
                                                             Mevlana
 
 
 
  İnsanların ömürleri boyunca geçirdikleri belli başlı dönemler vardır. Bu dönemlerde fiziksel, psikolojik, sosyal pek çok gelişme meydana gelir. Bazı adımlar doğru atılmazsa gelişim sekteye uğrar ve kişiyi olumsuz etkiler. Bir gelişim kuramcısı olan Ericson'un Psikososyal kuramına göre 12-18 yaş arasını kapsayan ergenlik dönemi bu dönemlerin en önemlisi sayılabilir. Bu dönemde kişi çocukluktan çıkmaya ve yetişkin olmaya başlar. Kendini bulma yönünde önemli adımlar atar. Burada bizlerin ve siz velilerin yapması gereken önemli görevler vardır: Çocuğun kendini bulma serüveninde onun ellerinden tutmak ve onu engellemeden doğru adımlar atmasında yardımcı olmak!

                                          
  
ERGENLİK VE ERİNLİK
 
   Ergenlik döneminde çocuk pek çok açıdan değişim gösterir. Burada ‘’erinlik’’ dediğimiz kavram ortaya çıkar. Erinlik ‘’çocukluğun sonlanması ve kişinin bir dönüşüm evresine girmesi’’dir. Cinsel olgunlaşma anlamına gelen bu dönem çocuk için büyük bir problem (kriz) oluşturmaz ancak önemlidir.
 
 
                                 
 
ERGENLİK VE KİMLİK
 
  Bu dönemin en mühim sorunu kimlik oluşturma meselesidir. Her ne kadar kimlik oluşumu sadece bu dönemde başlayıp bitmese de özellikle bu dönemde yapılanır.  Bir diğer sorun da fiziki olarak boy gösterir. Bu dönemde bedenlerinde olan değişimlerden dolayı şaşkın olabilirler ve yetişkin dünyasına adım atmak için çekimser kalabilirler.. Ayrıca meslek seçmek konusunda telaşlı ve toplumdaki yeri hakkında endişeli olabilirler.
  
                                          

   Bu dönemde çocukların farklı roller denemelerinde herhangi bir sorun yoktur. Kendi kimliklerini geliştirmek için bu bir gerekliliktir. Bu yüzden çocuğun farklı roller denemesine müsaade edilmeli (sigara içme, maddeye ya da kişiye bağımlılık geliştirme gibi davranışlar engellenecek şekilde) yaptıkları desteklenmelidir. Çocuklara belli kimlikler (kadın-erkek rolleri özellikle. Kız çocuğuna ev işleri erkek çocuğuna iş hayatı vb. ) dayatılmamalıdır.
 
                                             

   Bu dönemde çocuğun düşüncelerini önemsediği kişiler özellikle akran gruplarıdır. Bu yüzden etkileşimde olduğu insanlara dikkat edilmedir. Ek olarak ebeveyn ve akranlarının düşünceleri arasında çatışma yaşayacağından bu durum kimlik karmaşasını arttırır. Çocukların kimlik karmaşası yaşamaları doğal ve gereklidir. İstikrarlı bir kimlik geliştirmeden önce kim olduğundan kuşku duymak ve karışıklık yaşamak doğaldır (Feist ve Feist, 2009).
 
 
                              

   Fanatik gruplar, tarikatlar vb. (siyasi partiler, futbol takımların taraftar grupları gibi) bu dönemdeki çocukları hedeflemektedir. Böyle gruplarla özdeşim kurması çocuğunuzun kişilik gelişimine zarar vereceğinden uzak tutulması gerekilmektedir.
 
                                           
                            
   Bu evrenin gelişim görevlerini yerine getirmeyen kişiler önceki dönemlere (çocukluk gibi) geri dönüş yaşayabilirler. Bu kişilik gelişimine oldukça zarar verir. Bu dönemdeki görevlerini yerine getiren çocuklar -kimlik karmaşasından denge içinde çıkan- ise olumlu sonuçlar alır. Kendine ve çevresine güvenen, sorumluluklarından kaçmayan bireyler haline gelirler. Bu yüzden onları gelişimleri yönünde engellememek, rol arayışlarının önüne geçmemek gerekir.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
KAYNAKLAR
Duran, N. (2017). Psikososyal Gelişim Kuramı: Erik H. Erikson. Kişilik Kuramları. Bölüm 4.

Karaman, Ö. Gelişim Kuramları. Yaşam Dönemleri ve Uyum Sorunları. Bölüm 2.